Son yıllarda toplumsal cinsiyet, aşk, şiddet, sadakat, ebeveynlik gibi konuları açıklama iddiasıyla kamuoyunda sıkça beliren bir söylem bulutu var: Evrimsel psikoloji. İlk bakışta kulağa masum, hatta pek nesnel geliyor; insan davranışlarını doğayla uyumlu biçimde anlamaya çalışan, biyolojik mirasımızı dikkate alan bir çaba gibi. Ancak bu yaklaşımın altında sadece bilimsel bir açıklama değil, modern bireyin varoluşsal sıkışmışlığını “doğallaştırarak” meşrulaştıran, ideolojik bir yönelim yatıyor. Tıpkı postmodern çağın diğer tüketilebilir anlatıları gibi evrimsel psikoloji de, özellikle popüler formları aracılığıyla, bir meta haline gelmiştir: Paketlenmiş, kolay anlaşılır, güçlü hissettiren ama yüzeyde kalan bir açıklama rejimi. Evrimsel psikolojinin temel vaadi şu: Bugün sergilediğimiz birçok davranışın kökeni, binlerce yıl önceki çevresel koşullarda atalarımızın hayatta kalmasına yardımcı olan psikolojik “adaptasyonlar”dır. Aşırı şeker tüketim eğilimi, erkeklerin genç kadınlara ilgisi,...
Tiyatroda bazen tek bir nesne, tek bir jest, tüm bir hafızayı sahneye çağırmaya yeter. Bahçe Galata’nın sahnelediği Nora 2, tam da böyle bir çağrı: Geçmişten bugüne açılmış bir kapının eşiğinde duran Nora (Tülin Özen), yalnızca kendi hayat hikâyesine değil, aynı zamanda patriyarkal aile yapısının kadim hayaletlerine seslenir. Henrik Ibsen’in 1879 tarihli Bir Bebek Evi oyununda evini terk eden Nora’nın, on beş yıl sonra geri dönmesini konu alan bu yeni metin, bir devam oyunu olmaktan çok, bir travmanın yankısı olarak sahneye yerleşir. Bu dönüş, bir zamanlar çarpıcı bir özgürlük eylemi olarak sunulan terk edişin bedelini hem kişisel hem de toplumsal düzeyde yeniden düşünmeye zorlar. Ibsen’in Nora’sı, Bir Bebek Evi’nin finalinde, bireysel hakikatini aramak uğruna evini ve çocuklarını terk ederek, dönemin ahlaki değerlerini altüst etmişti. O sahne, Avrupa modernizminin kadın öznesine dair en simgesel kırılma anlarından biriydi. Nora 2 ise o kırılmanın dibe çökmüş tortularıyla başlar. Yılla...