Gazze'de toplumsal imha: Bir "sosyosid" olarak şiddetin analizi*

Her toplum, bireylerinin dünyaya "tutunmasını" sağlayan bir dizi yapı üzerine kuruludur. Donald Winnicott’un psikanalitik "tutunma ortamı" (holding environment) kavramı, bu yapının temelini oluşturur. Bu kavram, yalnızca annenin fiziksel kucaklamasını değil, aynı zamanda ailenin, kurumların ve kültürel kodların bireye sunduğu öngörülebilir, güvenli ve anlamlı çerçeveyi ifade eder. Bireyin ruhsal ve toplumsal varlığı bu çerçeve içinde inşa edilir. Bu perspektiften bakıldığında Gazze'de on yıllardır süren ve son aylarda soykırım boyutuna varan şiddet, basit bir askeri operasyonun ötesinde, bir toplumu var eden tüm "tutunma" mekanizmalarının sistematik olarak imhasını hedefleyen bir proje olarak okunabilir. Bu yazı, Gazze'de yaşananları, bireysel travmanın kolektif bir çözülüşe evrildiği, bir tür "sosyosid" (toplum kırım) süreci olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Travmanın Niteliği: Kasıtlı Yıkım ve Ontolojik Güvensizlik

Travmatik bir deneyimin psikolojik etkisini belirleyen temel faktörlerden biri, failin niyetidir. Doğal bir afetin kör şiddeti ile insanın planlı zulmü arasında derin bir fark bulunur. İlki varoluşa dair bir çaresizlik hissi yaratırken, ikincisi insanın insana duyduğu temel güveni dinamitler. Gazze'deki şiddet, bu kasıtlılığın en rafine halidir; teknolojik hassasiyetle hedeflenen bombalar, durdurulabilecekken durdurulmayan bir iradenin ürünüdür. Bu durum, travmayı fiziksel bir yıkımdan çıkarıp varoluşsal bir ihanete dönüştürür. Dünya, artık faili meçhul bir tehditler alanı değil, bizzat diğer insanlar tarafından organize edilen bir imha mekânı haline gelir. Bu, psikolojide "ontolojik güvenlik" olarak adlandırılan, dünyanın temel olarak yaşanabilir ve güvenilir bir yer olduğuna dair örtük inancın kökünden sarsılmasıdır. Gazze'de büyüyen bir çocuk için bu sarsıntı, bir istisna değil, varoluşun kurucu kuralıdır. Bu durum, bireyin ruhunda kalıcı bir gedik açarak, dünyayla kurulan tüm ilişki ağını zehirleyen bir başlangıç noktası yaratır.

Sosyal Dokunun Parçalanması: "WCNSF" ve Kurumsal Çöküş

Bu ontolojik güvensizlik, bireysel psişelerden taşarak toplumsal dokunun kendisine sirayet eder. Sağlık ekiplerinin literatüre kazandırdığı "WCNSF" (Wounded Child, No Surviving Family - Yaralı Çocuk, Hayatta Kalan Ailesi Yok) kısaltması, bu sosyosidal sürecin en net göstergesidir. Aile, bir toplumun yalnızca yeniden üretim birimi değil, aynı zamanda kültürel, ahlaki ve psikolojik değerlerin aktarıldığı birincil "rahim"dir. On binlerce çocuğun bu rahimden koparılması, sadece bireysel bir trajedi değil, toplumsal hafızanın ve devamlılığın taşıyıcı kolonlarının dinamitlenmesidir.

Bu imha projesi, ailenin ötesine geçerek çocuğun tutunma ortamının diğer tüm katmanlarını hedefler. Okulların sistematik olarak bombalanması, çocukları sadece eğitimden değil, akran sosyalleşmesinden, rutin hissinden ve normallik beklentisinden de mahrum bırakır. Kamusal alanların, oyun parklarının, ibadethanelerin yok edilmesi, kolektif yaşamın fiziksel ve sembolik mekânlarını ortadan kaldırır. Sürekli ve zorunlu göç hali, bireyin mekânla ve tarihle kurduğu aidiyet bağını koparır. Bu, yalnızca bir barınma krizi değil, aynı zamanda bir anlam krizidir. Böyle bir ortamda, bir neslin güven, aidiyet, gelecek tahayyülü gibi temel gelişimsel görevlerini yerine getirmesi imkânsızlaşır. Bu, toplumun kendini yeniden üretme kapasitesine yönelik doğrudan bir saldırıdır.

Şiddetin Küresel Mimarisi: Sömürgeci Mantık ve Neoliberal İflas

Gazze'deki bu "sosyosid" projesi, yerel bir çatışmanın ürünü olmaktan ziyade, küresel bir güç mimarisinin sonucudur. Frantz Fanon’un sömürgeciliğin psikolojik tahlillerinde belirttiği gibi, sömürgeci şiddet yalnızca fiziksel bir tahakküm kurmaz, aynı zamanda sömürgeleştirilenin insanlığını ve toplumsal varlığını da hedef alır. Gazze'de yaşananlar, bu sömürgeci mantığın teknolojiyle güncellenmiş bir tezahürüdür.

Bu projenin hayata geçmesini mümkün kılan ise neoliberal küresel düzenin politik ve ahlaki mekanizmalarıdır. Batı emperyalizminin stratejik çıkarları doğrultusunda İsrail'e sağlanan koşulsuz askeri, ekonomik ve diplomatik destek, bu imha politikasının altyapısını oluşturur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ateşkes tasarılarını veto eden irade, bu şiddetin devamlılığını sağlayan siyasi faildir. Bu durum, insan hakları, uluslararası hukuk gibi kavramların, jeopolitik çıkarlar karşısında nasıl işlevsizleştiğini ve araçsallaştığını gözler önüne serer. Batı medyasının önemli bir bölümünün Filistinli ölümlerini rakamlara indirgeyen, failleri meşrulaştıran ve mağdurları insansızlaştıran söylemi, bu fiziksel şiddeti besleyen ve mümkün kılan söylemsel şiddetin bir parçasıdır. Dolayısıyla Gazze, sadece bir coğrafyanın değil, mevcut dünya düzeninin ahlaki ve siyasi iflasının da sahnesidir.

Direncin Diyalektiği: Ontolojik Yıkıma Karşı Anlam Üretimi

Ancak bu topyekûn imha projesi, karşısında diyalektik bir direniş pratiği bulmaktadır. Gazze halkının sebatkarlığı, basit bir hayatta kalma içgüdüsünün ötesinde, ontolojik yıkıma karşı aktif bir anlam üretme çabasıdır. Bu noktada, toplumun kültürel ve teolojik referansları kritik bir rol oynar. İslam düşüncesindeki sabr (metanet), tevekkül (iradeyi aşan durumlar karşısında ilahi olana sığınma) ve şehadet (ölüme aşkın bir “ölümsüzlük” yükleme) gibi kavramlar, mutlak bir hiçleştirme politikası karşısında bireye ve topluma varoluşsal bir dayanak sunar. Bu, pasif bir kadercilik değil, aksine, failin dayattığı anlamsızlık ve değersizleştirme rejimine karşı alternatif bir anlam dünyası inşa etme eylemidir. Tarihsel sömürgecilik karşıtı hafıza ve kolektif kimlik, bu manevi kaynaklarla birleşerek, parçalanan sosyal dokuyu yeniden ören bir harç görevi görür. Bu direniş, salt politik bir karşı duruşun ötesinde, imha edilmek istenen bir yaşam biçimini, kültürü ve kimliği her şeye rağmen sürdürme inadıdır.

Sonuç: Politik Bir Adalet Talebi Olarak Gelecek

Gazze'deki çocukların durumu, bir "insani kriz" tanımının sınırlarını aşan, derinlemesine politik bir sorundur. Çözüm, gıda kolileri ve tıbbi yardımla değil, bu "sosyosid" projesini mümkün kılan işgal, abluka ve küresel tahakküm yapılarının tasfiyesiyle mümkündür. Parçalanmış "tutunma ortamı"nın yeniden inşası, sadece binaların onarılmasını değil, aynı zamanda adaletin tesisini, yani faillerin hesap vermesini ve uluslararası toplumun ahlaki sorumluluğunu üstlenmesini gerektirir. Gazze'deki her çocuğun travması, mevcut dünya düzeninin temelindeki adalet ve eşitlik çelişkisinin canlı bir kanıtı olarak durmaktadır. Onların geleceğini savunmak, sadece onlara yönelik bir sorumluluk değil, aynı zamanda kendi insanlık idealimizle yüzleşmektir. Zira bir çocuğun güvenle büyüyemediği bir dünya, geri kalanımız için de ahlaken çoktan yıkılmıştır.

*Yıldız, T. (2025, Ekim 8). Gazze'de toplumsal imha: Bir "sosyosid" olarak şiddetin analizi. Evrensel Gazetesihttps://www.evrensel.net/haber/576208/gazzede-toplumsal-imha-bir-sosyosid-olarak-siddetin-analizi adresinden erişildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The cognitive foundations of ritual monumentality: Multicausal pathways to the Neolithic in Southwest Asia*

Psikolojiye giriş I* (Kitap)