Kayıtlar

Gözetimden simülasyona: Dijital kapitalizmin yeni tahakküm biçimleri ve yabancılaşma rejimi*

Resim
Panoptikondan Algoritmaya: Gözetimin Dönüşen Mantığı Dijital çağ, yalnızca bir teknolojik devrim değil, aynı zamanda özgürlük vaatlerinin biçimlendirdiği bir kültürel momenti temsil etti. İnternetin ilk dönemlerinde hâkim olan iyimserlik, Habermas’ın kamusal alan idealiyle benzeşen bir iletişim ütopyasını çağrıştırıyordu: Bilgiye açık erişim, merkeziyetsiz ağlar ve küresel düzlemde eşit söz hakkı. Ancak bu umut dolu retorik, kısa sürede kendi karşıtına dönüştü. Bugün karşımızda duran yapı, yalnızca klasik gözetim toplumunun devamı değil; çok daha sofistike, dağınık ve öngörücü bir kontrol rejimidir. Michel Foucault’nun panoptikon metaforu, modern gözetimi anlamak için uzun süre yeterli bir çerçeve sundu: Gözetleyenin görünmezliğiyle kurulan içselleştirilmiş denetim. Ancak dijital kapitalizm, bu modeli aşarak yeni bir paradigma yaratmıştır. Artık ortada merkezî bir kule ya da gözlemci yoktur. Gözetim, algoritmalar aracılığıyla dağılmış, otomatikleşmiş ve sürekli güncellenen bir tahmin r...

Gazze'de toplumsal imha: Bir "sosyosid" olarak şiddetin analizi*

Resim
Her toplum, bireylerinin dünyaya "tutunmasını" sağlayan bir dizi yapı üzerine kuruludur. Donald Winnicott’un psikanalitik "tutunma ortamı" (holding environment) kavramı, bu yapının temelini oluşturur. Bu kavram, yalnızca annenin fiziksel kucaklamasını değil, aynı zamanda ailenin, kurumların ve kültürel kodların bireye sunduğu öngörülebilir, güvenli ve anlamlı çerçeveyi ifade eder. Bireyin ruhsal ve toplumsal varlığı bu çerçeve içinde inşa edilir. Bu perspektiften bakıldığında Gazze'de on yıllardır süren ve son aylarda soykırım boyutuna varan şiddet, basit bir askeri operasyonun ötesinde, bir toplumu var eden tüm "tutunma" mekanizmalarının sistematik olarak imhasını hedefleyen bir proje olarak okunabilir. Bu yazı, Gazze'de yaşananları, bireysel travmanın kolektif bir çözülüşe evrildiği, bir tür "sosyosid" (toplum kırım) süreci olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Travmanın Niteliği: Kasıtlı Yıkım ve Ontolojik Güvensizlik Travmatik bir dene...

Yeni bir bilinç inşa etmek: Vygotsky’nin psikolojik gelişim teorisi ve diyalektik yöntemi* (Kitap)

Resim
Sovyet psikolojisinin öncülerinden ve Batı eğitim düşüncesini derinden etkileyen, 20. yüzyılın en etkili Marksist psikoloğu Lev Vygotsky, insan zihninin yalnızca biyolojik bir program olmadığını; aksine toplum, kültür ve dil ile etkileşim içinde şekillendiğini göstererek psikoloji ve eğitim anlayışını kökten değiştirmiştir. Tolga Yıldız bu kitapta, Vygotsky’nin sosyo-kültürel teorisini ve diyalektik yöntemini çağdaş bir bakış açısıyla, akıcı ve anlaşılır bir dille ele alıyor. “Yakın Gelişim Alanı,” dil–düşünce ilişkisi, kültürel araçlar ve gelişim krizleri gibi temel kavramları günümüzün pratik sorunlarıyla birlikte tartışıyor. Eğitimden sanata, dijital teknolojilerden terapiye uzanan geniş bir alanda, Vygotsky’nin fikirlerinin nasıl somut karşılıklar bulduğunu örneklerle ortaya koyuyor. Psikoloji ve eğitim profesyonellerinin yanı sıra ebeveynler, öğrenciler ve insan zihninin toplumsal köklerini anlamak isteyen herkes için bir başvuru kaynağı olan bu kitap, bireyin potansiyelini gerçek...

Ulusal estetik arayışının üç yüzü: Sinema, tiyatro ve müzik*

Resim
Türkiye’de 1960’lardan 1970’lere uzanan kültürel canlanma, sıkça “ulusal” sıfatıyla anılsa da bu sıfat, nostaljik bir yerellik özleminden çok daha derin katmanlar barındırır. Bu dönemde söz konusu olan, modernleşmenin ithal edilmiş kalıplarına karşı tepkisel bir içe kapanma değil, aksine yerli toplumsal deneyimi evrensel bir ifade rejimine dönüştürme yönündeki bilinçli ve yaratıcı bir çabadır. Sinemada Halit Refiğ ve kuşağının başlattığı “Ulusal Sinema” tartışmaları, tiyatroda Haldun Taner’den Vasıf Öngören’e uzanan epik ve halkçı estetik arayışları ve müzikte Anadolu Rock’ın yarattığı melez dil, aslında aynı kültürel basınç alanında, farklı araçlarla yürütülen ortak bir “anlatı egemenliği” mücadelesine işaret etmektedir. Bu kültürel arayışın zemini şüphesiz siyasaldır. 1961 Anayasası’nın getirdiği görece özgürlükçü iklim, yükselen sendikal hareketler ve öğrenci eylemleri, köyden kente göçün ivmelenmesiyle ortaya çıkan gecekondu ve kırılgan kentlilik deneyimi gibi dinamikler, “halk”ı h...

Sahnenin kırılgan belleği: Bağımsız tiyatroların dünü ve bugünü üzerine bir değerlendirme*

Resim
Geçtiğimiz günlerde Mustafa Kara’dan bir mesaj aldım. Sosyal Fayda için İletim Derneği’nin titiz bir çalışmayla tamamladığı “Tiyatro Sahnelerinin İletişim Alışkanlıkları” başlıklı raporu masamdaydı. Kara’nın benden ricası, bu raporu basit bir tanıtım yazısının ötesine taşıyarak, hem mevcut durumu derinlemesine analiz eden hem de gelecekteki çalışmalara teorik ve pratik bir zemin sunacak eleştirel bir perspektif geliştirmemdi. Bu davet, elime ulaşan raporu bir veri yığınından çıkarıp, onu Türkiye tiyatrosunun belleğinde bir yolculuğa çıkmak için bir pusulaya dönüştürdü. Rapor, İstanbul’daki bağımsız sahnelerin bugünkü kırılgan varoluşlarını belgelerken, aslında bizlere tiyatromuzun yüz yılı aşkın süredir devam eden ve bir türlü nihayete ermeyen bağımsızlık mücadelesinin tarihsel sürekliliğini ve dönüşen biçimlerini yeniden hatırlatıyordu. Raporun metodolojisi, sunduğu fotoğrafın netliğini belirliyor: 300’den az koltuğa sahip, kamusal ödenek almayan ve bir kamu kurumuna bağlı olmayan 68 ...

“Tiyatroyu tiyatrodan kurtarmak”: Pedagoji, piyasa ve henüz kurulamamış bir dünya üzerine*

Resim
Tiyatro yalnızca tiyatro metinleriyle, sahne teknikleriyle ya da oyunculuk egzersizleriyle yapılamaz. Oyunculuk, yönetmenlik, dramaturji ve sahne tasarımı gibi disiplinler, kendi iç tekniklerinin çemberinde kalarak ne serpilebilir ne de derinleşebilir. Tiyatronun varoluşsal hamuru, disiplinler arası bir karmadır: Bedenin anatomisi ve fizyolojisi, sesin akustik prensipleri ve mekânın mimari mantığı, canlandırılan karakterin psikolojik katmanları ve içinde yaşadığı hikâyenin sosyolojik dokusu, üretim için gereken malzemenin ekonomisi ve sanatların binlerce yıllık tarihi—bütün bu bilgi alanları, tiyatronun düşünme ve yapma biçimlerinin ayrılmaz, asli parçalarıdır. Buna rağmen bugün Türkiye’de, gerek köklü devlet konservatuvarlarında gerekse bir sektör haline gelerek hızla çoğalan özel kurs ekosisteminde, tiyatro eğitimi çoğu zaman bir istihdam vaadine indirgenmiş, daraltılmış bir “teknik eğitim” programına dönüşmektedir. Oysa pedagojinin asli derdi, tekniği asla yadsımadan, onu çok daha b...