Kayıtlar

“Zengin Mutfağı”: Politik bir estetikten nostaljik bir tüketime*

Resim
Vasıf Öngören’in Zengin Mutfağı adlı oyunu, yalnızca Türk tiyatrosunun değil, Türkiye’deki sınıf ve siyaset düşüncesinin sahnede geçirdiği evrimin de sembolik bir aynasıdır. 1977’deki ilk sahnelemesinden 1988 tarihli sinema uyarlamasına, oradan 2018’deki DasDas prodüksiyonuna uzanan yolculuk, yalnızca estetik tercihler ya da oyunculuklarla değil, politik tahayyülün ve seyirci beklentilerinin nasıl değiştiğini de gözler önüne serer. Oyun, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişini arka plana alır ve hikâyesini bir burjuva evinin “arka odası” olan mutfakta kurar. Bu tercih, sınıfsal çatışmanın yalnızca sokaklarda değil, gündelik yaşamın görünmez alanlarında da sürdüğünü gösteren çarpıcı bir dramaturjik karardır. Öngören’in kaleme aldığı Zengin Mutfağı, sadece bir dönem tablosu değil; sınıf mücadelesinin suskunluk, bağlılık, jest ve dil gibi mikro formlarla nasıl işlediğini anlatan bir yapıttır. Lütfü Usta karakteri, efendisine sadakatle bağlıyken sınıfına karşı sorumluluğunu da hisseden, bu geri...

Ayağını taşa değdiren derviş: “Kalabalık Duası”nda Melamilik, yalnızlık ve şehrin sırrı*

Resim
“Ben melamet hırkasını/Kendim giydim eğnime/Ar ü namus şişesini/Taşa çaldım kime ne//Gah çıkarım gökyüzüne/Seyrederim alemi/Gah inerim yeryüzüne/Seyreder alem beni.” Kul Nesimi Kalabalık Duası, izleyicisini kendi ayak izinde yürümeye davet eden bir oyun. Ne dışavurumcu bir gösteri, ne de postmodern bir alaycılık. Aksine, ayağını İstanbul’un taşına değdirerek tereddütle ilerleyen, devinimiyle düşünen bir anlatıcının ritmini takip ediyoruz. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın bu tek kişilik yapıtı, sezgisel derinliği kadar yalın sahne diliyle de öne çıkıyor. Güray Dinçol’un yönetmenliğinde sahneye taşınan ve Volkan Çıkıntoğlu’nun yazdığı metin, uzun bir iç monoloğun ete kemiğe bürünmüş hâli. Tolga İskit’in performansı ise söze dönüşmemiş bir hafızayı, bedenin diliyle görünür kılıyor. Oyunun merkezindeki anlatıcı, ne tam bir meczup ne de apaçık bir bilge. Modern kentin yorgun tanığı, kendi belleğinin sokaklarında dolaşan bir flanör. Kostümüyle, bedensel ritmiyle ve zaman zaman mizanseni bi...

Şahika Tekand’ın “Ölüyor Mu Ne?” oyununda biçim, güç ve kriz*

Resim
Şahika Tekand’ın “Ölüyor mu ne?” adlı yapıtı, Studio Oyuncuları’nın otuz yılı aşkın süredir geliştirdiği performatif tiyatro disiplininin en yetkin ve rafine örneklerinden biri olarak sahneye çıkıyor. Oyun, Tekand’ın yıllar içinde sistematik biçimde inşa ettiği Performative Staging and Acting Method’un neredeyse mekanik bir kusursuzluğa ulaştığı bir düzlemde sergileniyor. Her sözcük, jest, bakış ve pozisyon, önceden belirlenmiş bir ritmik düzene göre işler. Ortaya çıkan yapı yalnızca bir tiyatro metninin sahneye aktarımı değil; biçimsel, hatta geometrik bir düşüncenin, sahnede yüksek sanat biçimi olarak sınanmasıdır. Ancak biçimin bu denli merkeze yerleştirilmesi, oyunun tematik katmanlarında paradoksal bir boşluk hissi de doğurur. “Ölüyor mu ne?”, bir yandan Batı’nın antik mitolojisi ve modern absürd tiyatro kanonuna güçlü göndermelerle bağlanırken, diğer yandan güncel sosyopolitik gerçeklikten uzaklaşma riskini taşır. Bu yazı, Tekand’ın forma dayalı rejisinin olanaklarını ve sınırlıl...

Hiçlik: Benliğin ve toplumun boş merkezine dair bir düşünce denemesi*

Resim
“Hiçlik” kavramı, bugün modern bireyin sıkça karşılaştığı bir kelimeye dönüştü. Ancak bu kelimenin günümüzdeki dolaşıma girişi, onun felsefi derinliğinin bir yansıması değil; daha çok ticari bir söyleme indirgenmesinin sonucu gibi görünüyor. Meditasyon uygulamalarından kahve zincirlerinin duvarlarına, dövme kataloglarından inziva kampı ilanlarına kadar her yerde “hiçlik” karşımıza çıkıyor. Bu yaygınlık, kelimenin anlamının genişlediğini değil, aksine yüzeyselleştiğini gösteriyor. Artık “hiçlik”, bir derinlik arayışını değil, yüzeyde dolaşan bir dekoru, bir estetik etiketi ifade ediyor. Ne var ki bu yüzeysel yaygınlık, kendi içinde çelişkili bir durumu da barındırıyor: Hiçliği yüceltir gibi görünürken, aslında sürekli kendimizi “doldurma” telaşı içindeyiz. Buradaki doluluk, fiziksel bir nesneden çok, zihinsel ve simgesel bir doyurmayı ifade ediyor. Zihnimizi içerikle, benliğimizi kimliklerle, sessizliğimizi ise konuşmalarla —çoğu zaman da boş konuşmalarla— bastırmaya çalışıyoruz. Böylec...

İnsan yalnızca ‘olan’ değil, ‘olabilecek olan’dır*

Resim
Evrimsel psikoloji, çağdaş bilimin en cazip ama aynı zamanda en çelişkili anlatılarından birini sunar: İnsan zihni, binlerce yıl önceki çevresel zorluklar karşısında şekillenmiş kalıcı zihinsel modüllerden oluşur ve günümüzdeki tüm davranışlarımızın kökeni bu ilkel uyum mekanizmalarına dayanır. Bu yaklaşıma göre, erkeklerin saldırganlığı, kadınların seçiciliği, ebeveynlik biçimleri, iş bölümü ve estetik tercihler gibi davranış kalıpları, bir zamanlar hayatta kalma ve üreme şansını artırdığı için bugün de bizimle birlikte yaşamaya devam eder. Ancak bu iddia yalnızca bilimsel bir açıklama değildir; aynı zamanda tarihsel olarak inşa edilmiş toplumsal yapıları “doğal” ve “kaçınılmaz” ilan eden bir yorum rejimi işlevi görür. Evrimsel psikoloji bu haliyle, modern çağın bir tür bilimsel mitolojisi gibi -bugünü, geçmişin genetik zorunluluklarına bağlayarak- açıklamaya ve meşrulaştırmaya çalışır. Mevcut durumu betimleyen iddialardan normatif sonuçlar çıkarır: Kadınları doğal olarak sezgisel, er...

Tiyatronun tutmayan ayarı:
 "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" uyarlamasına dair notlar*

Resim
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türkiye’nin modernleşme sürecine dair kolektif bilinçdışının ironik ve alegorik bir kaydını tutar. Bu çok katmanlı metnin sahneye uyarlanması, hem heyecan verici hem de yapısal açıdan oldukça riskli bir girişimdir. Serdar Biliş’in rejisiyle sahneye taşınan eser, Serkan Keskin gibi güçlü bir oyuncunun varlığıyla seyirciye umut verici bir buluşma vaat etse de, izlediğim 16 Mayıs Harbiye temsilinde bu vaadin tam anlamıyla karşılanamadığına tanık oldum. Bunun başlıca nedeni, Tanpınar’ın tiyatral olarak zengin ama yapısal olarak kırılgan edebi evreninin, sahne düzenine aktarıldığında kendi ağırlığı altında çökme riski taşıması. Bu temsilde ne yazık ki olan da buydu. Tanpınar’ın romanı, Hayri İrdal’ın yaşamını temel alarak Türkiye’nin tarihsel ve zihinsel dönüşümünü simgeler. Bu dönüşüm, düşsel ve büyülü bir geçmişten, modernleşmenin çarpık tezahürlerine uzanan bir rotada ilerler. Her ne kadar diğer romanlarına kıyasla Saatleri Ayarlama En...